Yazar: habibustun | Tarih: 13 May 2025
AI tarafından yazıldıTürkiye’de uzun yıllar boyunca süren çatışma, sadece askerî değil, derin sosyolojik, kültürel ve siyasi boyutları olan bir meseleye dönüştü. Binlerce insanın hayatını kaybettiği, milyonlarca insanın doğrudan ya da dolaylı olarak etkilendiği bu çatışmalı süreç, toplumda derin yaralar açtı. Bu nedenle, PKK'nın silah bırakma ve örgütsel yapısını feshetme yönündeki kararı, sadece stratejik bir gelişme değil, ahlaki, vicdani ve toplumsal bir eşik olarak görülmelidir.
İslam ahlakında insan hayatı kutsaldır. Kur’an-ı Kerim’de “Kim bir cana kıymamış ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış birini öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir” (Maide, 32) ayetiyle bu ilke açıkça ifade edilmiştir. Yıllardır süren bu çatışma ortamında, hem Türk hem Kürt halkından binlerce masum insan yaşamını yitirmiş, nesiller savaş psikolojisiyle büyümüştür. Bu nedenle, silahların bırakılması, çatışmanın sona ermesi, ilahi rahmetin ve vicdani sağduyunun galip gelmesi olarak değerlendirilmelidir.
Kürt meselesi, bir güvenlik sorunu olmanın çok ötesinde, tarihsel bir kimlik sorunudur. Kürt halkının dili, kültürü, kimliği uzun yıllar boyunca inkâr edildi. Bu inkâr siyaseti, sadece etnik bir topluluğun değil, aynı zamanda insani onurun ve adaletin de yaralanmasına yol açtı.
İslam, “Hiçbir kavim diğerine üstün değildir” prensibiyle ırkçılığı ve ayrımcılığı kesin şekilde reddeder. Dolayısıyla bugün Kürt halkının meşru taleplerinin tanınması, sadece bir siyasi zorunluluk değil, ahlaki bir vecibe ve adaletin gereğidir.
Silah bırakma kararı, sadece bir örgütün aldığı taktiksel bir karar olarak değil, hukuki ve toplumsal dönüşüm ihtiyacının ifadesi olarak değerlendirilmelidir. Açıklamada yer verilen “hukuki güvence”, “demokratik siyaset hakkı” ve “meclisin tarihi rolü” vurguları, barış sürecinin samimiyetle ve kararlılıkla yürütülmesi gerektiğine işaret etmektedir.
Barış süreçleri sadece devlet kurumlarının ve siyasi liderlerin işi değildir. Aydınlar, din alimleri, sanatçılar, kadın ve gençlik örgütleri, kanaat önderleri ve sivil toplum kuruluşları, toplumun vicdanı olarak sürece aktif şekilde katılmalıdır. Halkın katılımı olmadan inşa edilen hiçbir barış kalıcı olmaz.
Milliyetçi siyasi bir liderin, yıllarca terörle mücadelede sert bir tutum sergileyen Devlet Bahçeli'nin bile Öcalan’a yönelik çağrısı ve süreci başlatıcı yaklaşımı, bu meselenin sadece silah ve güvenlik meselesi olmadığını, derin bir siyasi bilinç ve toplumsal çözüm arayışı gerektirdiğini gösteriyor.
Ancak bu tür açılımlar, siyasi istismar alanına dönüşmeden, halkların onurunu ve ortak geleceğini koruyacak bir adalet anlayışıyla yönetilmelidir. Herkesin, özellikle siyasetçilerin, tarih karşısında büyük bir sorumluluğu vardır.
Silahların bırakıldığı, örgütsel yapıların feshedildiği ve şiddetin yerini diyaloğa bıraktığı her süreç, Allah’ın kullarına sunduğu bir imtihan ve fırsattır. Bu fırsatın heba edilmemesi, geçmişten ders alınması ve ortak geleceğin birlikte inşa edilmesi için her kesime görev düşmektedir.
Bu süreç, sadece bir sorunun çözülmesi değil, yeni bir toplumsal sözleşmenin inşa edilmesidir. Bu sözleşme, inkâr değil kabul, ötekileştirme değil kucaklaşma, baskı değil özgürlük, kibir değil tevazu, nefret değil merhamet üzerine kurulmalıdır.
Bu tarihi eşikte, barışın diliyle konuşanlar, kalıcı olanı inşa edeceklerdir.