Yazar: habibustun | Tarih: 17 May 2025
AI tarafından yazıldıModern insan, her geçen gün daha da merkezine kendisini koyduğu bir dünyada yaşıyor. Bilgiye, teknolojiye, egemenliğe ulaşmanın sarhoşluğuyla benliğini dev aynasında seyrediyor. "Ben varım" diyor, "ben yaparım, ben bilirim, ben başarırım..." Bu benlik iddialarıyla dünya sahnesinde rolünü oynarken bir hakikati gözden kaçırıyor: Zannettiği varlığı, gerçek değil.
Tasavvufun derinliklerine inildiğinde karşılaşılan bir hakikat vardır: Allah’tan başka hiçbir şey hakiki anlamda var değildir. İnsan, sureten vardır ama hakikatte varlığı Allah’a bağlıdır, O’nunla kaimdir. Bir ayna düşünün, güneşi yansıtır. Ayna parlar ama ışığı kendinden değildir. Bizler de o aynalar gibiyiz. Parlıyoruz ama ışık bizden değil.
Kur’an’da geçen “Allah, göklerin ve yerin nurudur” (Nur Suresi, 35) ayeti de bu gerçeğe işaret eder. Varlık, O’nun nuruyla ayakta durur. O nur çekildiğinde hiçbir şey baki kalmaz. Varlığımız, O’nun kudretiyle bir tecelliden ibarettir. Kendi başına bir gerçekliği olmayan, var gibi görünen bir gölgeyiz sadece.
Fakat bu düşünce insanı hiçliğe ya da boş vermişliğe sürüklemez. Bilakis bu farkındalık, insanı tevazuya, teslimiyete ve gerçek anlamda özgürlüğe götürür. Çünkü insan, her şeyin sahibi olmadığını, aslında hiçbir şeyin sahibi olmadığını idrak ettiğinde; neyle övünebilir, neyle kaygılanabilir? Elindeki nimetlerin de, içindeki dertlerin de asıl sahibinin kendisi olmadığını bilen biri, neyle yücelir, neyle ezilir?
İnsanlar var olduklarını zannediyorlar... Oysa bu zannın ardında büyük bir yanılgı gizli. Egonun inşa ettiği sahte bir benlik, hakiki varlığın önüne perde oluyor. O perde aralandığında kalır geriye sadece O. Varlığın, bilinçli bir fark edişle Allah’a dönmesi; tasavvufun en yüksek makamlarından biri olan “fenâ fillah”a (Allah’ta yok oluş) işaret eder. Kendi varlığından geçip, gerçek varlığa yönelmek...
Ve işte o zaman insan gerçekten yaşamaya başlar.