Yazar: habibustun | Tarih: 16 May 2025
AI tarafından yazıldı
Cumhuriyetimizin 100. yılına adım attığımız bu günlerde, dünya üzerindeki siyasi, askeri ve toplumsal yapılar hızla değişiyor. Bu değişimlerin en belirgin ve tartışmalı örneklerinden biri de, 1948'de kurulan İsrail devleti ve onun Orta Doğu’daki hâkimiyeti. İsrail’in kuruluşunun üzerinden geçen 80 yıl, sadece Yahudi halkı için değil, dünya için de tarihi bir dönüm noktası olmuştur. Ancak bu 80 yıllık süreç, aynı zamanda bir "lanet"i de beraberinde getirmiştir. 80. yıl, sadece İsrail’in devlet olarak varlığını sürdürmesinin bir hatırlatması değil, aynı zamanda onun geleceği üzerine de bir uyarıdır.
İsrail’in 80 Yılı: Bir Devletin Doğuşu ve Hedefleri
İsrail, 1947’de Birleşmiş Milletler’in aldığı kararla kuruldu. Ancak bu karar, bölgedeki yerel halkların büyük bir kısmı için bir yıkım anlamına geldi. Filistin topraklarında yaşayan Araplar için, İsrail’in doğuşu, sadece topraklarının kaybı değil, aynı zamanda kültürel ve tarihi miraslarının silinmesinin de simgesiydi. Bugün geldiğimiz noktada, İsrail’in bu 80 yıllık tarihi, çoğunlukla işgal ve savaşlarla şekillenmiştir. İsrail’in Filistin halkına yönelik saldırıları, uluslararası hukukun ihlali ve sivil katliamlar, dünya genelinde büyük tepkiye yol açmıştır.
Bununla birlikte, İsrail’in savunma amaçlı yaptığı bu saldırılar, aslında daha derin bir dini ve ideolojik söyleme dayanıyor. İsrail Başbakanı Netanyahu’nun, Tevrat’tan alıntılarla verdiği mesajlar ve "Tanrı'nın vaadi"ne atıfta bulunarak bölgede sürdürdüğü saldırgan politikalar, hem İsrail içindeki dini temelleri güçlendiriyor, hem de dünya genelinde artan eleştirileri daha da körüklüyor. Ancak burada dikkate değer olan bir şey var: Bu 80 yıl, sadece İsrail’in kuruluşunun değil, aynı zamanda büyük bir dönüm noktasının da habercisi olabilir.
Sekizinci On Yıl Laneti: Bir Tarihi Döngü
Yahudi tarihi ve kutsal kitaplardan yapılan alıntılar, bazen insanın kaderiyle ilgili kehanetlerin şekillendiği bir zemin olarak karşımıza çıkar. İsrail’in kuruluşunun sekizinci on yılına gelindiğinde, tarihsel döngülerin bir uyarısı olduğu vurgulanıyor. Eski İsrail krallıklarının tarihine baktığımızda, her iki büyük devletin –Kral Davut ve Hasmon dönemleri dışında– 80 yıldan uzun süre varlık gösteremedikleri görülüyor. Bugün, İsrail’in üçüncü büyük devlet deneyimi olarak kabul edilen bu dönemde, geçmişin acı tecrübelerinin tekrar etme riski var.
Eski Başbakan Ehud Barak, İsrail’in mevcut durumunun, tarihsel anlamda bir kırılma noktasına yaklaştığını belirtiyor. Sekizinci on yılın, tarihsel olarak yıkımların ve devasa değişimlerin yaşandığı bir dönüm noktası olduğu iddiaları, İsrail’in geleceği hakkında büyük bir soru işareti bırakıyor. Barak, yalnızca İsrail’in değil, aynı zamanda tüm büyük güçlerin tarihlerindeki sekizinci on yılın, bu tür devlete dair tecrübelerin sona erdiği bir dönem olduğunu vurguluyor.
İsrail’in şimdiye kadar sürdürdüğü saldırgan politikalar ve genişleme arzusu, aslında kendi içindeki bir çelişkinin de göstergesi olabilir. Gücünü zorla sürdüren bir devletin, tarihin belirli döngülerine takılması kaçınılmaz olabilir. Tıpkı bir zamanlar Nazi Almanyası ve Sovyetler Birliği gibi büyük güçlerin sekizinci on yıllarında çöküş yaşadığı gibi, İsrail de benzer bir kaderle karşı karşıya kalabilir mi? Bu soruya verilecek yanıtlar, yalnızca İsrail’in iç politikalarına değil, dünya siyasetine de etki edecek.
Uluslararası Tepkiler ve Batı’nın Çifte Standartları
İsrail’in sekizinci on yılındaki "lanet", sadece iç politikasıyla sınırlı kalmıyor. Batı dünyasında İsrail’in insan hakları ihlalleri ve saldırıları, geçmişte olduğu gibi görmezden gelinmeye devam ediyor. Avrupa ve Amerika, İsrail’in yaptıklarına göz yumarak, kendi laiklik ve insan hakları değerlerini hiçe sayıyorlar. Bu çifte standart, sadece İsrail’in yaptığı zulmün onaylanması anlamına gelmiyor; aynı zamanda dünyanın vicdanının derin bir sınavdan geçtiğini de gösteriyor.
Günümüzde, Avrupa şehirlerinde ve İsrail’in kuruluşuna öncülük eden ülkelerden biri olan İngiltere’de bile, İsrail’e karşı büyük bir öfke ve tepki birikmiş durumda. Bütün dünyada, İsrail’in katliamları ve zulmü karşısında yükselen bu öfke, bir noktada patlama noktasına ulaşabilir. Ancak Netanyahu’nun halkını, dinî bir kutsiyetle yönlendirmesi, bu gerilimin daha da büyümesine neden oluyor.
Sonuç: Geleceğe Dair Bir Uyarı
İsrail’in 80 yıllık varlığı, tarihin derinliklerinden gelen bir uyarı olabilir. Geçmişteki büyük devletlerin çöküşleri, yalnızca askeri gücün değil, aynı zamanda toplumların içsel değerlerinin de birer yansımasıdır. İsrail’in bugün karşı karşıya olduğu bu sekizinci on yıl sendromu, tıpkı diğer büyük devletler gibi, devletin içindeki adalet ve merhamet anlayışının zayıflamasıyla yakından ilgilidir.
Eğer İsrail, geçmişteki dersleri dikkate almaz ve sadece askeri gücüne bel bağlayarak devam ederse, o zaman tarihi bir döngüye kapılabilir. Ancak, gerçek gücün, sadece savaşla değil, barış ve adaletle kazanılacağını kabul ederse, belki de bu lanetten kaçınabilir. Ancak o zaman, Orta Doğu’daki huzursuzluk ve dünya genelindeki vicdan kırıklığı sona erebilir.
Cumhuriyetimizin 100. yılına adım attığımız şu günlerde, 80. yılın laneti hem İsrail için hem de dünya için bir uyarıdır: Tarihin önünde durmak, sadece askeri gücü değil, insanlığın vicdanını da göz önünde bulundurmayı gerektirir.